Eğitim tarihine notlar düşülmeye başlandığı günden beri soru ve sorun olan iki konu var.
Bunlardan biri ne öğreteceğimiz, diğeri de nasıl öğreteceğimiz.
Ne öğreteceğimiz konusunu o kadar karmaşık hale getirdik ki artık ne yapsak işin içinden çıkamıyoruz.
Hayata dair her şeyi okulda öğretmeye niyetlenip hiçbir şey öğretemeden mezun ediyoruz gençlerimizi.
Öyle ki hayata atıldıklarında bir baltaya sap olamamış bireyler olarak çıkıyorlar karşımıza.
Buna son vermenin en kolay yolu yönlendirmede acele etmeden erken davranmak.
Yoksa hamsiyi kavağa çıkarmak için daha çok uğraşacağız.
Ortaokulu zar zor bitirip sınavlı okullardan birine giremeyenlerin yerleştiği yerlerden biri de imam hatip liseleri.
Akademik açıdan dezavantajlı olan çocuklar daha ağır bir ders yükü olan imam-hatiplerde nasıl başarılı olacaklar?
Kaldı ki öğretmenler bile bu öğrenci grubuyla çalışmakta zorlanıyor.
Bu da öğretmen-öğrenci-veli üçgeninde çatışmalara neden oluyor.
Dindar nesil yetiştirmenin bir şahsın hayalinden ziyade Türkiye’de devlet politikası olması gerektiğini savunurum.
Lakin dindar nesli sadece imam-hatiplerin yetiştirmesi beklentimiz hem bu okulların yükünü ağırlaştırıyor hem de diğer okulları değersizleştiriyor.
Buna bir de anlamsız, eskimiş, pörsümüş kural ve yasakları ekliyoruz tuz biber olarak…
Dünya değişiyor lakin biz değişmemekte hatta gelişmemekte ısrar ediyoruz.
Bir soru daha: ‘Nasıl öğretelim?’
Sevgiyle…
Okul öncesinde bile okuma yazma öğretmeye çalışan, çalıştıran bir baskı var üzerimizde.
Niye?
İlkokula hazır gitsin!
İlkokulda çarçabuk bir okutma yarışı.
Birinci sınıfta kasım ayından sonra hala okumamış çocuk varsa öğretmen başarısızdır.
Oysa okuduğunu anlama becerisi lisede bile hala kazanılmış olmuyor.
Daha ilk yıllarda başlayan okutma baskısı eğitimde sevgiyi arka plana itiyor, hatta unutturuyor.
Öte yandan liseye beklenen akademik yeterlilikte gelemeyen öğrenci de burada çalışan meslektaşlarımızın tepkisiyle karşılaşıyor.
Haklı mı arkadaşlar?
Evet haklılar.
Ne yapmak lazım peki?
Sevgiden vazgeçmemek lazım ama disiplini de ona arkadaş ederek.
Günümüzün çocukları maalesef disiplinden çok uzak yetiştiriliyor.
Aşırı sevgi beraberinde şımartmayı getiriyor ve okullarda bunun önünü almak mümkün olmuyor.
Oysa çocuk yetiştirmek, disiplin kazandırmak sadece öğretmenlerin, sadece okulların işi değil.
Veliler de, aileler de sorumluluk almalı.
Velilerimize çocuklarının eksiklerini söylemek neredeyse imkânsız.
Kimse eksiğini kabullenmek istemiyor.
Hal böyle olunca eğitimciler karşılarında dokunulmazlıkları olan bir kitleyle karşı karşıya kalıyor.
Dokunmaktan kastımız baskı değil, dayak asla değil.
Dayağa hayır ama ciddiyete, disipline, sorumluluğa evet.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın popülist yaklaşımlardan uzak durarak öğretmenlerin, eğitimcilerin yanında olması gerekir.
Eğer bu yapılmazsa önü alınamaz bir savrulmaya doğru gideriz.
Ve çocukların sevgisini kazanan sahte sevgililer yön veriyor geleceklerine.
Duygusuz nesil de böyle yetişir.
Botoks yapılmış yüzler gibi botokslu zihinler ortaya çıkar.
Mimiksiz, hatsız, üzülmeyen, gülmeyen…
Yaş ağacı doğru büyütmek kolay olur da eğik ağaçlardan teşekkül etmiş bir orman için artık yapacak bir şey kalmaz.
Eyvah! demekten başka.