18 Aralık, uluslararası göçmenler günü olarak kutlanıyor.
Birleşmiş Milletler tarafından 2000 yılından beri kutlanan günde göçmenlerin yaşadığı sorunlara dikkat çekilmesi ve kamuoyu oluşturulması hedefleniyor.
Trabzon’da da gün dolayısıyla İl Göç İdaresi’nin düzenlediği bir programa katıldım. İl Müdürü Ramazan Bey’i organizasyon için kutlamak lazım.
Vali İsmail Ustaoğlu ve Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Atilla Ataman da güzel konuşmaları nedeniyle alkışı hak edenlerden.
Bu gün vesileyle göçmen, sığınmacı ve mülteci kavramlarının farklı olduğunu öğrenme fırsatı buldum.
Bir internet kaynağında mülteci; "ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönemeyen veya dönmek istemeyen kişi" olarak tanımlanıyor. Yani mültecilere; uluslararası anlaşmalarla özel statü ve hukuki koruma sağlanıyor.
Gelin görün ki bütün bunlar uluslararası anlaşmaların kayıt altına alındığı belgelerde kalıyor.
Bunu anlamak için haber bültenlerine az da olsa bakmak yetiyor.
Sığınmacı ifadesi de aynı özellikleri taşımakla birlikte henüz uluslararası anlaşmalarla korunma altına alınmamış kişileri ifade ediyor.
Bu iki tanıma bakıldığında göçmenlerin durumu daha hafif gibi görünüyor.
Yine siyasi ve ekonomik nedenler söz konusu ancak ülkelerinden kendi istekleriyle ayrılıyor göçmenler.
Zorunlu olarak göç ettirilme, kovulma, sınır dışı edilme gibi bir durum değil, tercih söz konusu.
Her ne olursa olsun evinden, barkından, vatanından, yurdundan uzakta kalan insan yardıma, ilgiye, desteğe muhtaç.
Kim olursa olsun, nereden gelirse gelsin bize düşen hoş karşılamak, ekmeğimizi paylaşmaktır.
Akla gelmeyecek katliamlarla ‘Ortadoğu’yu yaşanmaz hale getiren; insanları dünyaya gözlerini açtığı, en zengin petrol yataklarının üzerindeki vatanlarından ayrılmak zorunda bırakan biz miyiz?
Afrika’da bütün yer altı kaynaklarını sömürüp halkını aç bırakan biz miyiz?
Yıllardır Afganistan’ı kan gölüne çevirip sonra da ‘ben gidiyorum’ diyen biz miyiz?
Sömürdüğü kaynaklarla kendi vatandaşını refah içinde yaşatan egemen ülkeler bir gün bu kaynakların sahibinin kapıyı çalarak ‘ben geldim’ diyebileceğini düşünmeliydi.
Dünyanın tok ülkeleri zenginliklerini fakirlerle ikametlerinde paylaşmayı kabul etse bu kadar insan hareketliliği yaşanmazdı.
Göçmen, mülteci ya da sığınmacı.
Herkes gittiği yere birtakım hastalıkları götürme riski de taşıyor.
Dünyanın kaymağını yiyen ülkelere düşen bir an önce paylaşmayı öğrenmek olacak.
Aksi halde müreffeh ülkelerin vatandaşları kendi ülkelerinde sığınmacı, mülteci ya da göçmen durumunda olacak.