Batı’da sanayi devriminin ardından ağırlaşan çalışma koşulları ve sınıf çatışmalarının gölgesinde başlayan emek örgütlenmesi, büyük bedeller ödenerek bugünlere geldi. Bireysel çabayla mevcut sosyal ve ekonomik düzenin prensiplerini sorgulanmanın zorlukları, emekçileri sendika çatısı altında örgütlenmeye sevk etti ve bu mücadelenin öncüleri de sendikalar oldu.
Türkiye’de modern anlamda sendikacılık Batı’dan yaklaşık bir asır sonra bir takım girişimlerle hayat bulmaya çalıştı. Cumhuriyet döneminde işçi sendikaları ancak 1950’li örgütlenebildiler. İşçi sendikalarıyla başlayan ve siyasal iklimdeki dalgalanmaya bağlı olarak inişli çıkışlı bir serencama sahip olan sendikacılık, 1990’lı yıllarda memur sendikalarının uluslararası hukuka dayanarak oluşturdukları fiili durumla başka bir kritik eşiğe ulaştı. Bu mücadele 2001 yılında memurların sendikalara üye olabilmelerine imkân veren yasal düzenleme ile sonuçlandı.
Sadece çalışma hayatı için değil, aynı zamanda Türkiye’de sivil alanın güçlenmesi adına da önemli bir gelişme olan memurların sendikal örgütlenme hakkı, 18 yıl gibi kısa bir süre içerisinde memurların yüzde 70’inin sendikalı olması gibi başarılı bir sonuç doğurdu. Memur sendikacılığının ilk yıllarında siyasal atmosferin olağan dışılığının etkisiyle, memurların sendikal tercihlerinin, Türkiye’nin olağan sosyolojisini yansıtmadığı görülse de zamanla bu durum değişti. Sosyal ve siyasal iklimdeki normalleşme, doğal olarak sendikal tercihlerde de normalleşmeyi beraberinde getirdi. Genişleyen bireysel özgürlük alanı ve sendikal tercih özgürlüğü, hem sendikalı memur sayısında önemli bir artışa neden oldu, hem de tercih edilen sendikaların değişmesine neden oldu. 2010 yılında en fazla üyeye sahip konfederasyon konumuna yükselen Memur-Sen ve bağlı sendikalar, aynı döneme denek gelen anayasa değişikliği paketine toplu sözleşme hakkının dâhil edilmesi yönündeki çabaları ve baskıları sonuç verdi. Böylece memurlar için önemli sendikal haklardan biri olan toplu sözleşme hakkı da elde etmiş oldu.
Nitekim işçi sendikalarının yıllarca gerisinden gelen memur sendikacılığı, örgütlenme, kamuoyu oluşturma ve hükümetle müzakerelerdeki performansıyla, bu alanda Türkiye’yi gelişmiş ülkelerden daha iyi bir noktaya taşıdı. Gelinen noktada Türkiye’de memur sendikacılığının hem sendikalaşma oranı, hem toplumsal değişim dinamiği ve baskı unsuru olma, hem de kamu yönetim süreçlerindeki etkinliği boyutuyla önemli bir noktaya geldi. Bugün sendikalar, bütün kamu görevlilerinin sendika üyesi olmaları yönünde çaba gösterseler de, örgütlenme bilincinin en yüksek olduğu ülkelerde bile bu başarılabilmiş değildir. Nitekim son dört yılın sendikalaşma oranına bakılacak olursa, % 69.8, % 70.1, % 67.1 ve % 70.1 olduğu görülmektedir. Bu durum Türkiye’de memur sendikacılığında üye sayısı itibariyle eskisi gibi hızlı bir artış yaşanmayacağı, sendikaların bundan sonra yeni üye yapmak kadar üyelerini korumaya yönelik stratejilere ağırlık vermesi gerektiği gerçeğini gözler önüne sermektedir.
Sendikaların üye sayısı itibariyle konuya bakıldığı zaman, Türkiye’nin sosyokültürel yapısı ile sendikaların çalışma hayatı, sosyal ve ekonomik sorunlarla ilgili eylem ve söylemleri göz önüne alındığında, her bir sendikanın büyük ölçüde doğal üye sayısına yaklaştığı görülmektedir.
Bu durumda memur sendikaları bundan sonra, yeni dönemde enerjilerini yeni üye yapmak kadar, mevcut üyelerini korumak, üyelerine sağladıkları sosyal ve mali hak ve ayrıcalıkları arttırarak varlıklarını devam ettirmek zorundadırlar.
Dolayısıyla sendikalar açısından bundan sonraki dönem yeni stratejileri de kaçınılmaz kılmaktadır.