Sessizce terk etmek bulunduğun yeri, bir şeyler söylemek isteyip de söyleyemeden. Dilin lal kesildiği sadece bakışların konuştuğu zamana bırakıp gitmek her şeyi. İç dünyanda neler yaşadıklarını tam anlatacakken, sözcüklerin boğazında düğümlenmesi yine de her neyse diyerek ardına bakmadan gitmek. Seni sevdiğimi bil ama seninle asla diyemeden. Biraz daha kalsan konuşacak çok sözümüz var diyenlerin ve ardından gitme diye bağıranların sesini duymadan. Henüz elveda demeden, dur demeye dilim varmıyor , belki dönersin diye. İçindeki sesin kölesi olarak, öfkeyi aşka tercih ederek, güneşin, bulutun ve yağmurun şahitliğine yemin ederek, nasipsiz bir hüzünle, ardına bakmadan yitip kaybolmak, beni senden uzaklaştıran hislerin içinde. Bindiğin zaman vapura, denizde süzülerek sadece uzağa, rüzgara ve çığırtkan martılara…İçindeki iç sesinle sensizlik kervanıyla derin vadilerden, uçsuz bucaksız ıssız geceleri yanına alarak orman uğultularından başka sesin duyulmadığı ve bir daha düşünmeden vicdanına kazıdığın mezara, gömerek ve bir yanını bırakarak gitmek . Yoldan geçenlerin geri dönmediği gerideki sevdaları toprağa gömerek tükettiği vakittir şimdi. Umutsuz bir gelecektir senin için peşinden koşulan. Sen değil, yalnız ben denen sözcüklerle aşk denilen mefhumun yitirildiği, sevdasız bir coğrafyaya doğru yol almak.
Bunca yaşadığın hayata ne gariptir ki her şeyini bir yük olarak bırakarak. Sevdiklerinin sana en yakın olanların sana söyleyeceği en güzel kelimeleri kendinle beraber toprağa gömerek. Asıl acının gitmek değil, kalanlara söyleyemediğin sözler olduğunu bilerek. Hatıraları, budanmış küçük bir ağaç gibi bırakarak gitmek. Oysa ne güzel olurdu geride mutlu masallar bırakmak. Bunları bir şikayet olarak görme, sadece anlatılacak bir hikaye olmasını istemediğimizden. Zamanı beri çekerek, geleceğin şu anki yaşamdan farkının olamadığını düşünerek.Tüm şehrin sokaklarını, kaldırımlarını sana bakan yüzlerini, haklı zamanda terk ederek ve bir daha sana dönmek mi hiç düşünmeden o köhne ve ışıksız kulübede tavan aralığından sızan ışıkla yavaş yavaş beklemek ebedi yolculuğu Artık dünya yeter, ahirete yolculuk başlasın diyerek iman heybesiyle beraber hiçbir keder taşımadan, sadece amel denilen reçeteyle . Dostlarınla paylaştığın sırları açıklamadan ve hiçbir düşmanın gazabını almadan, affedip ama mahşerde Rabbim ne der bilmem diyerek gitmek. Kalbinin sesini dinleyerek, belki de kendinde barındırdığın sadece birisinin bildiği birçok sırrı yanına alarak, içindeki uçsuz merhameti dağıtarak, duaların gemisiyle bütün okyanuslara meydan okuyarak. Kendini, dünyanın dışında emin bir limana demirlemek ve sonra beşikteki bebek gibi coşkun bir ninniyle uyumak, bir daha uyanmamak üzere. İşte bu yüzden bunca yaşanmışlıkların içinden sessiz ve durgun bir şekilde gitmek. Şimdi her şey bulanık ve belirsiz bir resim gibi. Somut olan ne varsa duygu çemberinde eriyor. Sırlarını ifşa etmek istiyorsun fakat güvensizlik o kadar işlemiş ki hücrelerine, hayata zerre kadar itimat etmeden, bütün mekanların asla dingin olmadığı, her baktığın yönde yığınlarca tanık sır bırakarak, zihnini geçmişin gerçekleşmiş gelmiş ve geçmiş hayal dünyasına teslim ederek geridekilere uzaktan veda etmek. Gitmek mutlak bir yazgı ise araf ta kalmayı hiç aklından geçirmeden, kalmak niye ki demeden . Aydınlığı öne, gölgeyi arkaya alarak kendi içinde karanlık bir taraf bırakmadan gitmek. Mutlu ve belki de mutluluğun acı bir taklidini kendinde yaşayarak, rahatsız eden her şeye gözlerini kapayarak o anın geçmesini, unutkan bir şarkı dinleyerek geçiştirmek ayrılık türküsünün son satır nağmelerinde. Düşüncelerinin derinliğine gömülerek açtığına pişman olmuş nergis çiçeği gibi çürüyüp gitmek. Ve ruhunu kovalayan tüm işkencelerden alabildiğince uzaklaşmak en uzaklara.